İlk kez 1 Eylül 2012’de Kadıköy’de Dünya Barış Günü’nde yürüyüşe katılarak birlikte hareket etme fikirlerini eyleme dönüştürdüler. Ama daha öncesinde de hayvan özgürlüğü konusunda kafa yoran, vegan ya da vegan olma yolunda ilerleyen aktivistlerdi. Bağımsız Hayvan Özgürlüğü aktivistlerinin amaçları, hayvan sömürüsüne karşı farkındalık yaratmak. Hayvanların sadece kedi, köpekten ibaret olmadığını hatırlatmak da istiyorlar. Bu konuda vurucu bir söylemleri de var. “Hayvanları seviyorsunuz ama tabakta da seviyorsunuz”. Bağımsız Hayvan Özgürlüğü aktivistleri, Hayat Kediyle Güzel sitesinin editörlerinden Can Özelgün’ün türcülük, sirkler, “nankör kedi” deyimi ve hayvan satan pet shop’lar hakkındaki sorularını yanıtladı. Bazı bölümler.
Dilerseniz, türcülük kavramıyla başlayalım…
İnsanın kendisini bu dünyayı paylaştığı diğer canlılardan üstün görmesi. İnsan yeryüzündeki tek tür değil. Fakat hâkimiyet kurmaya meyilli. İnsan merkezci bir bakış açısıyla diğer canlılara bir metaymış gibi davranıyor. Tür ayrımcılığının ırkçılık ya da cinsiyetçilikten bir farkı yok. Nasıl ırkçılık bir ırkı diğerinden, cinsiyetçilikte bir cinsi diğerinden üstün tutmaksa, türcülükte de insanın kendisini diğer türlerden üstün tutması. Beraberinde tahakkümü getirir. Oysa yeryüzündeki tüm canlılar kendi doğalarında özgürce yaşama hakkına sahip.
Bir sirki protesto eden hayvan hakları aktivistlerinden biri, “İşkenceden gelen kahkaha acımasızdır!” pankartını taşıyordu.
Hayvanların kullanıldığı sirklerin eğlenceyle uzaktan yakından alakası yok. Hayvanlar için esaret ve işkence yerleri. Bunun farkına varmak için hayvan davranış bilimi okumaya ya da hayvan hakları üzerine detaylı araştırma yapmaya gerek yok. Herkes bir filin dans etmesinin, kaplanların ateşli dairelerden atlamasının ve köpeklerin bisiklet sürmesinin doğal davranışlar olmadığını biliyor. Kimse hayvanlara bunların sadece sevgi ve ödüllendirmeyle öğretildiği yalanına da artık inanmıyor. Bir kaplan veya filin doğal ortamının bir sirkin perde arkasındaki kafes olmadığı açık. Bu hayvanların ormanlarda tuzakla yakalanarak köle haline getirildiğini biliyoruz. Zaten İngiltere, Portekiz, Polonya, Yunanistan, İrlanda ve Bolivya’da dâhil pek çok ülke sirklerde hayvanların kullanılması yasak.
Çocuklar da sirklere gidiyor…
Sirk protestolarımızda, “Çocuklarınıza zulmü sevdirmeyin!” söylemiyle yola çıkıyoruz. Sirkler çocukların şiddete birinci elden şahit olduğu yerler. Gösterilerde hayvanlar kırbaçlanır. Çocuklar hayvanların canının yandığının farkında. Kasım-Aralık aylarında yapılan Büyük Ankara Sirki protestosunu gerçekleştiren hayvan hakları aktivisti arkadaşlar, gösteriden çıkan ebeveyn ve çocukların pek çoğunun şahit oldukları şiddetten olumsuz etkilendiğini gözlemledi. Çok sayıda çocuk kaplanların sırtındaki kırbaç yaralarını fark edip gerçekten üzülmüş. Ankara Belediyesi şehre böyle bir sirk getiriyor, ebeveynler de yaşanan işkenceye hiç ses çıkarmadan çocuklarını bu sirke götürüyorsa, bu işkence ve haksızlık zamanla çocukların da gözünde normalleşiyor. Çocukların yunus parklarından, hayvanat bahçeleri ve sirklerden zevk alması, bu çocukların ileride zulmetmeye, işkenceye, şiddete ve türcülüğe meyilli bireyler olması demek.
Ama bazı ebeveynler, çocukların hayvanları tanıması için en uygun ortamın yunus parkları, sirkler ve hayvanat bahçeleri olduğu görüşünde…
Vegan aktivist Gary Yourofsky’nin bu konudaki tespiti çok doğru. “İnsanlar ‘Ama hayvanat bahçeleri çocuklar için eğitici, orada çok şey öğreniyorlar’ dediklerinde gerçek şudur: Çocukların hayvanat bahçelerinde öğrendikleri tek şey zürafaların boyunlarının uzun olduğu, zebraların siyah ve beyaz olduğu ve maymunların pembe popoları olduğudur!” Doğal ortamından koparılmış ve esaret altında tutulan hayvanlar doğal davranışlar da sergilemez. Dolayısıyla çocuklar yunus parkı, sirk veya hayvanat bahçelerinde hayvanlar ve onların doğaları hakkında hiçbir şey öğrenemez. Hayvanları esaret altında tutmanın ve zulüm etmenin normal bir davranış olduğunu düşünmeye da başlarlar. Bu durumda ebeveynlere önemli işler düşüyor. Öncelikle çocuklarına, insanların keyfi ve eğlencesi için hayvanlara zulüm etmek gibi bir hakka sahip olmadıklarını öğretmeliler. Hayvan sevgisi aşılamak istiyorlarsa, bunu en iyi şekilde hayvan haklarını öğreterek yapabilirler. Çocuklarına zebraların renginden daha fazlasını öğretmek istiyorlarsa bu konuya dair belgeseller izletebilirler veya çocuklarını doğa yürüyüşlerine götürüp ağaçları, kuşları ve diğer hayvanları doğal ortamlarında onlara zarar vermeden gösterebilirler.
Bu coğrafyada sarf edilen “nankör kedi” deyimi nereden kaynaklanıyor?
Kediler, Ortaçağ’dan beri Avrupa’da kötülüğün kaynağı olarak görüldü. Özellikle de siyah kediler. Birçok “kara kedi’’ hatta başka renktekiler de bu yüzden diri diri yakıldı. Sanki diğer kedilere ibret olsun diye… Sonraki dönemlerde “çağdaşlaşmayı” sokaktaki kedi ve köpekleri toplamak olarak gören Avrupa toplumunda sokaklar hayvanlardan bir nevi “temizlendi”. Bu nefret, Avrupa’dan gelen her fikir gibi Tanzimat Dönemi’nde Osmanlı’da da yerleşti. Tüm bu bilgiler bir yana, kedilere karşı duyulan tüm bu insan merkezli antipati ve nefretin tek bir ana kaynağı olduğu kanısındayız. Kedilerin başına buyruklukları. İnsan doğası gereği mi bilinmez duyduğuna inanmaya, etrafındakilere güvenmeye ve kendine bir lider benimsemeye eğilimli. Kedilerinse bir liderleri ve sahipleri yok! Kediler doğadaki en büyük anarşist topluluk. İnsanınsa efendisi ve sahibi var. Sokaktaki bir kediyi evlat edinip önüne bir kâse su ve mama koyduğunuzda şöyle düşünürsünüz. “Hah, şimdi bir kedim oldu.” Ama kediler konusunda hiçbir zaman şundan emin olamazsınız: “Ona mama ve sıcak bir ev verdim. Şimdi o da karşılığında beni mutlu etmek için ne istersem yapar!’’ En sevdiği mamayı aldıktan sonra bile sizin kucağınıza gelmeyebilir. Buna en hafif tabirle evde artık başka bir türden hayatı paylaştığınız küçük bir canlı var diyebiliriz. Artık evin her alanını güçlü bir egoya sahip, şirin mi şirin bir canlıyla paylaşmak zorundasınız! Yukarıda bahsettiğimiz türde özellikleriyle, kediler insanların daima tepkisini çekti. İnsan kendi itaatkârlığını kedide göremeyince ona gıpta etti. Ve bu kıskançlık fiziksel açıdan güçlü ama itaat edenin, fiziksel yönden güçsüz olup hiçbir şeye biat etmeyeni “nankör” diye adlandırmasına neden oldu. Soruda “bu coğrafyada” kelimeleri geçtiğinden soruya bir de bu noktadan yaklaşmakta fayda var. Kedi çoğu kültürde kadını temsil ediyordu. Ve hâlâ da öyle. Böyle bir ayrımcılığı kabul edebilirliğimiz bir yana, tarihte uygarlıkların kadına verdiği değer, kedilere yönelik algılarıyla da birlikte gelişmiştir. Maalesef günümüzde hâlâ kedi, kadın cinselliğinin de bir çeşit nesnesi olarak görülüyor. Bu bağnaz eril düşünce yapısı, kadını da – kediyi de – cinselliği de – şeytanla ilişkilendirdiğinden, Ortaçağ’da siyah kedi besleyen birçok kadın cadı olmakla suçlanıp idam edilmiş veya yakılmıştır.
Kedi ve köpek satan pet shop’lar hakkında ne düşünüyorsunuz?
Yalnızca kedi ve köpeklerin değil tüm hayvanların meta olarak görülüp alınıp satılmasına karşıyız. Pet shop konusu açılmışken, geçtiğimiz günlerde pet shop’ları yasakladığı haberleriyle gündeme oturan Kadıköy Belediyesi’ne değinmek istiyorum. Kadıköy Belediyesi 3 Aralık 2012’te resmi internet sitesinden yayınladığı “Kedi, Köpek, Tavşan Gibi Hayvanların Üretim Ve Ticaretine İlişkin Yönetmelik”e göre, pet shop’larda “kötü koşullarda” yapılan hayvan satışlarını yasakladı. Fakat 1 Nisan 2013’te bu yönetmeliği uygulamaya geçirirken, adeta tüm pet shop’larda hayvan satışını yasaklamış, hayvan ticaretine tamamen karşıymış gibi bir imaj çizdi. Haberlerle de bunu destekleyerek kamuoyu gözünde hayvan özgürlüğüne önem veren bir belediye görüntüsü verdi. Böylesi bir uygulama, pet shop sahiplerini merdiven altı diye tabir edebileceğimiz bir üretim ve satış sürecine de itti. Dolayısıyla hayvanlara faydadan çok zararı dokunmuş bile olabilir. Kadıköy Belediyesi’yle resmi Facebook hesapları üzerinden girdiğimiz diyalogda, ısrarla “hayvan satışını yasakladıklarını” belirterek kamuoyunu yanlış bilgilendirmeye devam ettiler. Yönetmelikte “uygun koşullardaki satışlara izin verdiklerini” söylediğimizde, bizleri bu uygulamayı sabote etmekle suçladılar. 6 Nisan’da belediye önünde bu “refahçı” uygulamayı protesto ederek, hayvan satışının koşulsuz şartsız yasaklanmasını talep ettik. Kafeslerin genişlemesini değil, yok olmasını istiyoruz.
Son olarak, eylemlerinizde sizi en çok zorlayan şeylerden bahseder misiniz?
Sanılanın aksine kötü hava şartları, işimizi gücümüzü bırakıp sokaklara dökülmenin bedensel ve ruhsal yorgunluğu ya da Türkiye’de aktivist olmanın getirdiği baskı ve korku değil. İnsanların bize karşı tutumlarındaki önyargılar. Mesela grup oluşmadan önce bireysel olarak “Bayrama Evet, Hayvan Kesmeye Hayır Protestosu”na katıldık. İnsanlar bu protestoda bizim hayvan özgürlüğü aktivisti vegan/vejetaryenler olduğumuzu tamamen görmezden gelmeyi tercih etti. Ve “O normalde yediğiniz etler tarlada toprakta yetişmiyor!” gibi çıkışlarda bulunarak bizleri islamofobiyle suçladılar. Diğer bir konuysa “slactivism”. Sosyal paylaşım sitelerinin, imza kampanyalarının ve bazı sivil toplum örgütlerinin insanları oturduğu yerden aktivizm yapmaya alıştırması. Çok ciddi bir konu. Facebook’ta açtığımız bir etkinlik sayfasında yüzlerce kişi geleceğini belirtirken, protestoya gelenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Kedilerimizi ve köpeklerimizi toplayan belediyenin önüne gidip doğrudan cevap talep etmek, bilgisayar başında bir “tık”la dilekçe imzalamaktan daha zor geliyor insanlara.
**Bu röportaj daha önce http://www.hayatkediyleguzel.com adresinde yayınlanmıştır.
0 yorum:
Yorum Gönder